BOŞ BANK
2018 Nisan… Havalar ısınmış, ceketleri yavaş yavaş çıkarıp atmaya başladığımız zamanlar. Can sıkıcı bazı haberler alınmış, rastgele oradan oraya gidip zihni dağıtmaya çalışırken denk gelen ilk boş banka oturulmuştur. Gözler dolu dolu, düşünürken sanki ülkemizin güzide doğu illerinden birinin meydanında dolaşıyor gibi hissediyorum. Nereye sapsam hangi yöne dönsem, yokuş da çıksam varlığımı sonunda yine aynı noktada buluyorum. Kendi kendime söyleniyorum sonra; “10 saat bulunduğun şehirden de örnekleme yapmazsın be kızım” şeklinde… Sonra yeniden can sıkıcı haberlere ani bir dönüş yapıyorum, gözleri dolduruyoruz hızlıca. Etrafta olan bitene dikkat ediyorum bir an için ve anlıyorum bu kadar kalabalık bir ortamda bir bankın neden boş kaldığını; güneşin en dik açıyla beyin deldiği bir bank burası. Efkardan anlamamışım bile çökmüşüm direkt. Dert, keder yetmiyor gibi bir de doğa ana ile darlanıyorum. Şu anda bile aklıma hayatımla alakasız bir şehir geldiği için yine bir tur zorbalıyorum kendimi. Neyse diyorum, en azından tek kalabiliyorum şu an, güneşcim teşekkür ederim canım yalnızca sen ve ben.
Dememe kalmadan bir anne ve iki yavrusu beliriyor yanımda. Büyüğün meyveli yoğurdunun kapağını neden kendisi açmamışmış mızıklamasına dalıp gidiyorum. Aslında bebek arabasında olan kendisinden 2 yaş küçük -ilk düşmanını-, kardeşini (bebeyi tokatlayacak gibi bakıyordu) kıskandığı için ağladığını tahmin ediyorum ve içimden “heheh o bıdık parmaklarınla nasıl açacaksın zaten düdük makarnası bahaneye bak” diyerek eğleniyorum. Sonra kıyamıyorum, konuşmaya başlıyorum 4-5 yaşlarındaki kız çocuğuyla. Şaşırıyorum; konuşmasının düzgünlüğü, kelime seçimleri, ergen tiktokcularından çok daha anlamlı ve uzun cümleler kuruyor ufaklık. Benimle konuşmaya başlayınca yoğurdu falan unutuyor tabii, haldur huldur yemeye girişiyor. Annesinin küçüğe bir şeyler yedirdiğini görünce “seni tenhada sıkıştırıp öldüreceğim” bakışını yakalıyorum kardeşine karşı. Yoğurdunu ben yedireyim mi diye soruyorum, motor becerileri benden iyi gelişmiş yüksek ihtimal kaşığı benden iyi tutan bebe hemen kabul ediyor. Tatlı bir sohbete başlıyoruz, tabii yoğurdu bazen dudağının kenarına bulaştırıyorum, bazen fazla veriyorum. Sen de hiç çocuk beslememişsin diyor, “ay heyecanlandım çiçeğim ne güzel yediriyorum işte” diye karşılık veriyorum. Minicik ellerini ağzına götürüp utanma efektiyle “anne abla heyecanlandım dediii” şeklinde kikirdiyor. Başlıyor ardından sonu gelmeyen sorular zinciri. Ben ne yapıyormuşum, neden o renk oje sürmüşüm de pembe sürmemişim, kendisi en çok pembe ojeyi seviyormuş ama annesi sürmüyormuş. Zararlı diyor ama bence bitirmeyeyim diye sürmüyor şeklinde varsayımlarını da sıralıyor. Çünkü bir keresinde annesinin rujunu sürmeye çalışırken hepsini bitirmiş, annesi yeni ruj almak zorunda kalmış. Ruju yediği için değil de bitirdiği için kızdığını sanıyor hala… Her sorusunda her yorumunda kahkaha attırıyor bana, ben de onu güldürüyorum. Tırnakların daha küçücük hep ellerine bulaşır oje, tırnaklarını biraz daha büyütünce sür daha güzel duruyor bence diyorum. Mantıklı buluyor. Adını soruyorum, adımı soruyor. Benim cevabıma karşılık sadece “neden” diyor. Hayatım boyunca karşılaştığım ismime verilen en güzel tepki bu oluyor 3 saniyelik bir error verme ardından kendimce onun anlayacağı şirin cevaplar veriyorum ve emin oluyorum onun için tüm cevaplarımın dünyanın en mantıksız şeyler olduğuna, gülmeye devam ediyorum. En son boynumun biraz daha alt kısmındaki “ben”e odaklanıyor. Ben'im de normalden bi tık daha büyük genelde dikkat çeker zaten. Hehhh şimdi geliyor asıl soru nasıl anlatacağım sana yavrum diye düşünürken ters köşe yapıyor ve “o ne” diyeceğine “boynuna neden cocopops yapıştırdın” diye soruyor canını yediğim. İlk başta anlayamıyorum “cocopops?!?!!” diye çocuğa bakıyorum, annesi sabah sütle yiyor ya ona benzetti deyip gülünce ayıyorum ve yine kahkalar… O hiç gülmeden, mantıklı bir cevap bekliyor benden yalnızca. Annem cocopopsu çok severmiş yapıştırmış bana da doğururken bi tane diye cevaplayasım geliyor. Ama şimdiye kadar verdiğim cevapların iq'suzluğunu düşünüp olabildiğince akıl çerçevesinde yanıtlıyorum ufaklığı, ikna oluyor. Sonra biraz oynuyoruz, sırayla salıncağa biniyoruz. Onun beni sallaması gerektiğinde bir tık mızıkıyor ama yine de çok ses etmiyor. “Sen de ne biçim ablasın” diye mır mır konuştuğunu hissediyorum, hadi söylenme söylenme diye geçiştiriyorum. Kucağıma alıyorum birlikte sallanıyoruz, o zaman keyfi yerine geliyor hemen. Evlerine dönme vakitlerinin geldiğini sezince annesinin yanına dönüyoruz ama elimi hiç bırakmıyor artık. Yakın arkadaş olduk, çok belli. Anne bizimle gelsin mi diye darlıyor kadını ve annesi “çocuklarla ne güzel anlaşıyorsunuz, inşallah size de nasip olsun diyor” içtenlikle, benimse tek düşündüğüm “ablacım az önce çocuğunla salıncak kavgası yaptım” oluyor. Sonra gidiyorlar… Arkalarından bakıyorum ki kardeşinin elini tutuyor, verdiğim vaazlar işe yaramış diye düşünüp sırıtıyorum. Az önce hissettiğim buhranların, can sıkıcı haberlerin hiçbirinin yerinde olmadığını fark ediyorum. “Şu çocuklar mucize gibi yahu, yapsam mı aslında bi tane” muhakemesine girişiyorum, “yapınca ama hep sende kalıyormuş çocuk, tilbe” diyerek vazgeçiyorum hemen. “Umarım çocuğun kafasını çok karıştırmamışımdır ya, keşke en güzel çizgi film şeker kız candy'dir diye ısrar etmeseydim” düşüncelerinin arasında aramızda geçen bütününde güzel sohbeti anımsayıp kardeşine bakışını değiştirdiğimi hissediyorum. 5 yaşındaki bebenin mantıklı sorularına karşı verdiğim o tüm saçma cevaplara rağmen seviniyorum; “en azından artık kardeşini boğmak istemiyor” diyorum… :')
O günden bu yana boş bank gördüğüm her an bu yarım saatlik tanışıklık geliyor aklıma, gülümsüyorum. Keşke hayatıma dair tüm boş bank ihtiyaçlarımda sen belirsen kıvırcık. Ben senin hatrında bir sima bile değilimdir ama sen bende tatlı bir anı olarak kaldın. Cocopops artık boynumda değil ve kardeşini boğmamış olmanı umuyorum…
Gerçekten çok tatlı bir anı olmuş 😊 Okurken sanki ben de seninle o banka oturmuşum, o minik kızla sohbet etmişim gibi hissettim…Çocuğun saf soruları, senin ona verdiğin yarı ciddi yarı şakalı cevapların çok içten ve doğal… Hem hüzünlü bir başlangıcı var yazının, hem de bir anda öyle sıcacık bir noktaya bağlanıyor ki yüzümde gülümsemeyle bitirdim. Çok samimi, çok gerçek, insanın içini ısıtan bir yazı olmuş. Başarıların daim olsun..
YanıtlaSil