‘’GELENİ KABUL ET!’’

 Bir ses...

Sanki daha dün kulaklarımda çınlamış gibi bu söz, zihnime kazınmış adeta. İçinden çıkılamaz tüm o anların, onlarca cevapsız sorumun, belirsizliğin yanında inci gibi parlayan ve bir anda tüm hayat dayanağım olan bir cümle, yalnızca üç kelime…

Söyleyen için alelade olan bir cümlenin hayatımızda bu denli yer ediyor olması ne garip. Aynı zamanda tüm tesadüflerin yeryüzünden silindiği, her şeyin bir ihtimal dahilinde olduğunu ve ihtiyacımız olanla hayatın bizi buluşturduğuna dair inancımı perçinleyen bir söz. İhtiyacımız olan bir insan, bir çiçek, bir umut bazen de işte yalnızca üç kelimenin art arda dizilmesiyle öylesine önemsizken senin için mana kazanan bir cümle.

Sahi ne oldu da bu kadar yere göğe sığdıramaz oldum bu cümleyi? Bana ne hissettirdi de zihnimin en şatafatlı köşesine iliştirdim, her anımda yankılanır durur oldu kulaklarımda? Yıllar yıllar öncesine doğru uzanıp bir ton olanın ve bundan kat be katı fazlasında olamayışın ardından bir kesişmeden bahsedeceğim. Hayatımın her anında kıpır kıpır oluşumdan bir anda en diplere yol alışımın hikayesi bu aslında. İşlerin hiç de kontrolümüz dahilinde olmadığının; biz planlar, programlar yaparken ve koşuşturmalar içinde savrulurken hayatın ‘’dur bekle, senin için hazırladıklarımla selamlaş’’ demesinin kanıtı tüm bu anlatılar. Bazan hikayeler, öyküler yazmak yerine kendi hayat hikayemi kaleme alıyor olmayı istiyorum ancak o yalnızca kendi bildiğini okutmayı ve dahası yaşatmayı seviyor…

20’li yaşlarımın ortasından hayatımın tamamına şöyle dönüp baktığımda bu yaşlara dair hiç de hayal etmediğim bir noktada bulunca kendimi başladı ilk çırpınış. Devamında da debelenip durmayla süregelen bir ton zaman örüntüsü işte. Sağlık sorunları, hayal ettiğin hayatı yaratamamanın incitmesi, çekilen fiziksel acılar sonunda neşemi, sevgimi ve sahip olmaktan övündüğüm daha onlarca güzel özelliğimi kenara sıyırıp avuçlarıma koskocaman bir vazgeçişin bırakılması. Hiç de tanıdık gelmeyen bir sürü negatif duygu ve ardından ‘’ben bunlarla ne yapacağım?’’ bilinmezliği ile doldu bir anda heybem. Tüm hayatımız boyunca inşa ettiğimiz bütün o iyi duyguların bir anda silinip gitmesinin yarattığı şaşkınlıkla kalakalmıştım. Beni bu kadar çabuk terk edebileceklerini hiç düşünmemiştim. Aksine umutsuzluk ne kadar da ısrarcı, ne kadar da hızlı en derinlerimize işliyor ve söküp atmak için adeta kazımaya ihtiyaç duyuyoruz; yine canımızı acıta acıta. Tüm bu hisler yanında her gün biraz daha silinip gidiyordu sanki bana dair iyi olan ne varsa. Yerini de çok da ısrarcı olan ve bir ton gözyaşıma mal olacak  üzerimde pek de eğreti duran mutsuzluk, umutsuzluk, korku hisleri alıyordu gün be gün.

Ardında tek başıma kalmak zorunda olduğum o hastane kapıları dahi bu kadar çaresizce hissetmeme sebep olmamıştı oysa ki. Her ne olursa, hangi şartlar içindeysem yine de kendi kendimin elinden tutmayı başarmış, durup bir şekilde kendime omuz vermişken bir anda hayatıma dair yüreklendirici tek bir kelime fısıldayamaz hale gelmiştim. Belli ki ertelemiştim olan ve olmayan her şeyin üzerimdeki sahici etkisini. Alıştım ve kabullendim sanıyordum, aslında olan yalnızca öylesine yaşayıp gidiyordum. Hayatım boyunca tutunduğum ve sahip olduğum tek hayalimin elimden kayıp gidişini seyrettim bir müddet. Gündemim hani şu hepimizin diline pelesenk olmuş ‘’sağlık olsun’’ lafından oluştuğu için fark edememiştim belki de beni nelerin beklediğini. Daha sadece 20 yaşındaydım ‘’çok mutlu olacağım’’ diye sabitlediğim yaşam planını tamamen silmek mi? Hem hiç hazır değildim ki hayallerimi elden geçirmeye, daha gerçekleşmemişti ki nasıl vazgeçerdim sıkıca sarıldığım o ihtimallerden?

Sular durulunca kıyılarımın yerle bir olduğunu ancak anlayabildim. Çaresizlik, korku iliklerime kadar işlemiş ve beni bekleyen, yaşanmayı bekleyen hayattan koşar adımlarla kaçar hale gelmiştim. Başka insanlar için dahi adalet, eşitlik ve daha birçok insani hak, güzel hayat talep edip en önlerde yüksek özgüvenle, kimseden korkmadan her şeyin mücadelesini verirken kendi hayatımdan, güzel şeylerin yaşanabilme ihtimalinden vazgeçmiş olmayı yakıştıramıyordum kendime. Ancak başka türlüsünü de yaratamıyordum bir türlü. Mücadele içinde olduğum tek şey ‘’dün’’ olmuştu. Sürekli neler oldu, neler yaşadım ve neden bunlar oldu çatışması içerisinde buluyordum zihnimi. Anlayacağınız hayalsizliğime, işsizliğime, güçsüzlüğüme yani biraz ümitsizliğime denk geldi bu hayat değiştiren üç kelime. Tam dibin dibinde hissettiğim bir anda öylesine, birinin dudaklarının arasından dökülüverdi ‘’ geleni kabul et Tilbe…’’ O anda diplerden sıçrayacak ve en tepeye suyun yüzeyine ulaşmamı sağlayacak gücü hissetmiştim iliklerimde. Olan olmayan her şeyle barışmış, hayatın öğreticiliğine kendimi bırakmış ve tüm o hadiseleri kabul etmiş biri olarak buldum kendimi. Peşi sıra hayat akışım da değişti, yeniden içimde var oldukları için gururlandığım o duygular birer birer kapımı çalmaya başladı.

Şimdi dönüp bakınca vazgeçmekten korktuğum hayaller şu an olduğum insandan daha kıymetli değil elbette. Çok şey öğretildi bana, bir sürü güzel keşfim oldu kendimle ilgili. Yaratıcı gücümü fark ettim, ezberletilmiş bir hayattan daha kıymetli işte bu. Kendim için planladığım şeylerden çok hayatın benim için planladıklarına, akışa bırakmayı öğreniyorum şimdi de, bakalım yol bizi nasıl güzel bir bahçeye  çıkaracak. Her şey geçiyor, yeniden bahçemin çiçeklendiğini hissediyorum. Biraz sabır, çokça inanç, belki daha da fazlası çabayla cesaretimi yeniden buldum. Beni daha iyi bir insan yaptığı için, çiçeğinden böceğine, bir insanı, bir rengi, bir meyveyi, yaşamayı, birilerine iyi gelmeyi ve dahası her şeyi çok sevebilmeyi bana öğrettiği için olana, olmayana yani hayatıma teşekkür ederim…

                                                                                                                                             

 

Yorumlar

  1. Hayatın bize öğrettiklerineydi bu teşekkür. Olana, olmayana hayata teşekkürler. Çok beğendiğim. Yüreğine sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar