HAYATIMIN BAZI ANLARINA DENK DÜŞMÜŞ MEKÂNLAR


"Mekân, gerçek varlığını girdiği karşılıklı ilişkiler sayesinde kazanan, -boşluk değil- ilişkilerle donatılmış bir doluluktur...''

(Mahmut Mutman)

Size biraz kendimden bahsedeceğim; asıl olan ise hayatımın bazı anlarına denk düşmüş mekânlar. Şahsi serüvenime doğru şöyle uzanıp biraz yol alacağız. Aslında iç muhakememde daha önce defalarca kez gerçekleştirdiğim bir eylem bu. Zamanda yolculuk edilmez diyenlere kulak asmayın, hepsi sizi bu mucizevi seyahatten alıkoyuyor yalnızca. Her gün yapıyorum çünkü bana inanabilirsiniz…

Mesela herhangi bir yere yetişmek için evden koştur koştur çıkışımın ardından, bir yandan
çantamda ne eksik ne unuttum diye kurcalamalar yaparken durup bu telaşıma anlam veremez ve daha önce kaç kereler bu aceleyle neleri ıskaladığımı merak edip aniden bir zihin serüvenine doğru yol alabilirim. Çantamda anahtarlarımı aramayı bırakıp rastgele renkli ve biraz da kalabalık bir sokakta ilerlerken bulurum kendimi. Sanırım bu renkli sokağı Balat’tan araklamışım, görüntüsüyle etrafa eski kokusunu yayan nadir yerlerden birisidir burası. Yolcusu da hiç bitmez, meraklısı da. Kaç insan bu sokakları yalnızca yaşamlara şahit olmak arzusuyla yürüyordur o da bilinmez. Başka adımları hissederim her yürüyüşümde, o merak duygusu hep tazedir. Sanırım yılların eskitmek için çabaladığı bu sokakları canlı ve hep tap taze tutan yegâne şey sürekli merak ediliyor oluşudur. Solumdaki taş duvarların arkasında neler var bilmek, görmek isterim her seferinde; üzerinden bu kadar canlı yaprakların uzandığı bu duvar kim bilir neleri gizler ardında. Yere ayaklarımın her temas edişinde hissederim taşların dokusunu, biraz da öfkelenirim tabii; bu güzelim arnavut kaldırımını gizleyen ardı sıra dizilmiş araçlara, emekli albay edasıyla söylene söylene yürürüm. Duyumsadığım reçelli kurabiye kokusu yatıştırır biraz beni, ah işte tarihi bir taş fırında tüm tazeliğiyle en sevdiğim kurabiyeler… Tuğla duvar, yeterince eski olduğu yazılarının silinmeye yüz tutmuş olmasından anladığımız tabelası ve boylu boyunca bir cam cephe ardında küçük tepeler olarak dizili kurabiyelerim. Asla es geçmez ve yiyebileceğimden çok fazlasını alırım çünkü merdivenli yokuşta bana hem kokusuyla hem de tadıyla eşlik edecekler.

Öyle tanıdıktır ki bu koku aniden tek basamaklı sayılara tekâmül eden yaşlarımda bulurum
kendimi. Bu sefer elimde bir hasır sepet, içine doldurmuşumdur yine kilimlerimi. Demir
parmaklıklarla örülü ön bahçemizde kenara bırakırım oyuncaklarımı. Önce bir şu demir
kapıda sallanalım öyle değil mi? Birkaç dakikalık lunapark serüvenimden sonra bahçemizin
en kuru ve taşlık yerinde vaziyet alırım. En büyük kilimim bu taşlıkta ilk yerini bulur hemen, evet burası bana ait evimin salonu olmalı. En alacalı renklere sahip köşesinde de sınırları belirginleşmiş bir mutfak… İnce, uzun ve enine beyaz çizgileri olan lacivert kilimim ise tabii ki de koridor, bu koridordan geçerken de yerlerini işaretlediğim bir banyom var. Sonunda ise bir yatak odasıyla karşılaşırız; orta boyda kirli beyaz renkli olan. Ardından oynamaya geçerim ama asla tatmin etmez, bu evi hazırlarken ki aldığım hazzı alamam bir türlü. Peşi sıra annemin sesiyle irkilir, yarın kaldığım yerden devam etmek için güzelce toparlayıp hasır sepetime doldururum her şeyimi.

Çocukluğuma ve kaybettiğimize üzüldüğüm kilimlerimize ufak bir selam verdikten sonra
biraz da büyüyüşüme şahit olmanızı isterim. Biraz gerginlikle boyumdan epeyce büyük bir
heykele doğru göz süzüyorum. Bir kaide üzerine oturtulmuş üzeri kapalı iki ayak; içerisinde
de askeri, kadınıyla erkeğiyle insanlar ve bayraklar, bana bir coşkuyu ifade ediyor. O an ki
heyecanımı anımsıyorum; herhangi bir canlılık belirtisi olmamasına rağmen taştan bir heykel sanki benimle benzer bir anı paylaşıyor gibi. Bir ses yükseliyor sonrasında ‘’AKM’nin önünden başlayacağız yürüyüşümüze!’’ O an da anlıyorum heykelin ne ifade ettiğini. İnsanlar bir anda toplanıyor ve pankartlar açılmaya başlanıyor. Şimdilerde alabildiğine gri olan İstiklal Caddesi henüz nefesini yitirmemiş, bir bahar sabahında yasın yürüyüşünde olmamıza rağmen her yan cıvıl cıvıl. Yalnızca geçtiğimiz her yere ardımızda bir miktar hüzün serpiştiriyor oluyoruz. Ara ara yollarından henüz sökülmemiş ağaçlar, Beyoğlu’nun meşhur kırmızı tramvayı yolumuzu kesse dahi kimseyi incitmeden ve incinmeden yalnızca sloganların eşliğinde gururla yürüyor, görev bildiğimiz bir anmayı daha gerçekleştiriyoruz. Henüz lise çağındayım, orada neden bulunduğumun bilincinde ancak İstiklali yalnız başıma keşfetme coşkusunu gizleyemeyecek kadar da toyum. Bir yandan parçası olduğum atmosferin heyecanını yaşıyor, bir yandan da o eski yapıların bezemelerine bakınıyorum. İnsanlar bunları nasıl düşünmüş ve nasıl yapmış diye şaşkınlıkla içimden geçirdiğimi bugün bile çok net hatırlıyorum. Anma töreni bitip de dağılmaya niyetlendikten sonra önüne yıldız düşmüş olan bir binanın önünde beklemeye koyuluyoruz. Aslında algılayabildiğim ufak bir yapı olan ancak ardında bir devasalık barındıran bu binanın yan koridorundan istiklalin paralel yollarından birine geçtiğimizde her şeyin bu kadar aynı ancak kendine özgü oluşu beni şaşkına çeviriyor...

Bu yazıya başlarken çok dağılacağımı biliyordum, normalde sınırları belli olan bir konu
olduğunda dahi savruluyorken ucu açık bırakılan bir durumda zihnimi dizginlemek çok da
kolay olmadı. Kendimi ve varlığımda yer etmiş mekânları anlatmaya karar verince ilk başta
hep negatif anıların zihnime hücum etmesi biraz tedirgin olmama neden oldu. Sonrasında fark ettim ki mutlu ve huzurlu anılarımız, üzücüler kadar çok keskin ve net bir şekilde yer
kaplamıyor belleğimizde. Anlık bir ruh halinden kaynaklı mıydı emin değilim ama
sorgulamalar yaşadığım birçok mutsuz anı ve bunlara şahitlik eden yer, gök film şeridi gibi
akmaya başladı. İçlerinden birini seçip anlatmaya karar vermek de bir o kadar zor oldu çünkü bunları anlatırken dahi yeniden yaşamaya cesaret edemediğimi anladım. Engelleyici bir güç sanki bu anıları aklımda bir odaya tıkıp kapısını da sıkı sıkı da kilitleyip anahtarı öylece yok etmek istiyor gibiydi, tuhaf bir direnç gösteriyordum. Ancak biliyorum ki kelimelerle ifade etmek yerine kilitli bir odaya tıkmak bu anıları, ileride pek de hoş olmayan sonuçlar doğuracak. Gizlenen, unutulmaya çalışılan her şeyin bir gün kendisini hatırlatmak ve sizi yerle bir etmek gibi huyları vardır. Bu sebeple biraz olsun alışmak adına en sevimli anlarımı çekip çıkardım öncesinde. Şimdi ise büyük bir rastgelelik ile en çok direnç gösterdiğim anı için alıyorum sazı elime:

Üniversiteyi okuduğum şehre doğru biraz yol alacağız; kendimi bir türlü ait hissedemediğim
ve onun da beni sürekli dehlemeye çalıştığını düşündüğüm Karadeniz’in güzide şehirlerinden birindeyiz. Beni mutlu eden şeyler bir elin parmaklarını geçmez. Onlardan birisi de fakülte girişimiz; o şehirde bana kendimi evimde gibi hissettiren nadir yerlerden biri. Birkaç arkadaşla oturup sohbet etmenize imkân veren, gelenle geçenle selamlaştığınız, tatlı tebessümleri takas ettiğiniz sakin, temiz bir yarı açık mekân. Esmez bile öyle de korunaklı, üşütmez hiç sizi...
Bu sefer bu girişin fakültenin içiyle bağlantısını sağlayan ana holündeyim. Kenarda, sergi için dizilmiş maketlerin kaidelerinin ardına saklanmış ve yere çökmüş bir vaziyette orada öylece sessiz sakin yalnızca ağlıyorum. Günlerce büyük heyecanla, korkuyla, neşeyle, sevinçle defalarca kez bambaşka duygularla girdiğim bu çarpma kapıdan son kez her şeyi ardımda bırakıp çıkmam gerektiği için akıtıyorum yaşlarımı. O adımı son kez atmaya cesaretim yok, bunları kabul etmeye henüz bilincim yetmiyor, kıyamıyorum bir türlü "son kez’’e bu yüzden atamıyorum o adımı. Bin bir umutla çıkmaktan hiç yorulmadığım merdivenlere gözüm takılıyor, her basamağı özenle destekleyen kırmızı duvarı da çok özleyeceğimi biliyorum.

Buradan ansızın ayrılacağımı hiç düşünmediğim için o meşhur kırmızı duvarla hiç fotoğraf
çekilmemiş oluşuma hayıflanıyorum. Oysaki her geçişimde kendisine selam vermeyi hiç es
geçmemiştim. Hep böyle olur ya; en samimi dostunuzla tek bir fotoğraf kareniz dahi olmaz.
Neyse ki seni zihnimin en şatafatlı köşesine kazıdım duvar, merak etme benimle geleceksin
diyerek ikimizi de teselli ediyorum… 


Yeniden kendi başınalığıma dönüyorum: Tek bir hayale sahip oluşumu düşünüyorum. Neden bilmiyorum ama hiçbir zaman büyümekle ilgili kalabalık hayallerim olmamıştı. Tek hayalim; her adımımdan keyif aldığım bu fakülteden yine herkesin her adımında kendisini tıpkı benim gibi yuvasında hissedecekleri mekânlar üretebilme yetkinliğiyle mezun olmaktı. Herhalde sonrasında karar verecektim gerçekten ne istediğime, bilemiyorum. İşte bu alternatifsiz yaşam planımı değiştirmem gerekiyordu ve ben buna hiç hazır değildim. Hayalini kurduğum tek şey vardı o da elimden alınmıştı. Ciddi bir fiziksel sağlık sorunu sonucunda, fiziksel acılar çekmeme yaşamsal bir tehlike içinde olmama rağmen gerçekten canımı acıtan tek şey o kapıdan son kez çıkma ve kırmızı duvarı ardımda bırakıyor olma düşüncesiydi. Şimdi bakıp o zamanlara dair empati yapınca canımın neden bu kadar acıdığını, kabullenmekte neden bu kadar zorlandığımı daha iyi anlıyorum. Daha iyi bir dünyanın, yaşamın varlığını bilemeyecek kadar toy, hayattaki başka kırmızı duvarların var olma ihtimallerinin peşine düşemeyecek kadar cesaretsiz ve böyle bir durumda kendimi başarısız hissettirecek kadar acımasızdım kendime karşı; toleranssız, anlayışsız. Yaşadıklarım mı yoksa yaşadıklarımı algılama biçimim mi beni daha çok yordu emin değilim...

Sonunda o kapıdan gerçekten de büyük bir üzüntü ile o adımı atıp çıktım; bilemiyorum fiziksel olarak yürüyemeyecek halde olduğum için belki de mümkün olduğunca çabucak uzaklaşmaya özen gösterdim. Daha önce hiç bu kadar ağır gelmemişti çarpan kapının vücudumdaki itici etkisi. Biraz dayanma gücüm olsaydı saatlerce orada kalır, daha ilk adımınızda sizi kucaklayan giriş avlusundan bir türlü kopamazdım. Bir şekilde o kapıdan çıkmayı başardım ve o andan sonra hiçbir zaman aynı kişi olmadım. O son adım tüm hayatımı ve algımı yaşama bakışımı değiştirdi. Bir bitişi, bırakışı, sonu temsil ettiğini düşündüğüm o adım aslında yeni hayatımın ilk gününe atılmış bir ilk adım olduğunu şimdi anlıyorum. On binlerce olumlu olumsuz an içerisinden, beni şu anki insana dönüştüren ve içinde yalnızca kendi kendime olduğum, asla unutamadığım en önemli anımdır bu. Şimdilerde ise kırmızı duvarla yeniden buluşmanın heyecanını duyuyorum yalnızca. Bu kez kendisiyle birlikte olduğum gerçek bir fotoğraf iliştireceğim hayatıma…

Yorumlar

Popüler Yayınlar