“Öldüğünde Neye Veda Etmek Zorunda Kalacaksın?”
Yaratıcının cehennemi simüle ettiğini düşündüğüm bir acayip Ağustos günü. İçeride saçlarımın uçuşmasına sebep olan hafif esintili bir yaz akşamı kahvecisi. Sağımda solumda dünya telaşlarıyla yorulmuş, bıkmış sürekli söylendiklerini duyumsadığım silüetler. Tam karşımda durup dakikalarca kitlenip seyredebileceğim bir çocuk parkı. Varlığımın pek bir şey ifade etmediği bu cafe sandalyesinde, bunca memnuniyetsizliği delip geçecek bir sevince hasret kaldığımı fark ediyorum. Tükenmiş, huzursuz ve kaybolmuş ruhlar geçiyor yanımdan birer birer. Bir yerden gelenler, nereye gittiğini bilmeyenler, sadece işini yapanlar ama zihinleri bambaşka alemlerde at koşturanlar… Soğuk su şişesinin üzerindeki damlacıkların az sonra buhar olup uçacak olmalarına takılıyor gözüm. Her kelimesi zorlama olan bu yazının “benden neleri sağalttığını” düşünüyorum. Masaya, çocuklara, bedenlere, oturduğum sandalyeye, su şişesi üzerindeki damlacıklara bile yer verdiğim kelimeler ordusunda, hala herhangi ...